Ay ulur geceleri hep. Çağırır beni karanlıklara.
Yaban toprak taşıyamaz dağlı gövdemi benim.
Bulutlar sınırtaşları diker gök tarlasına. Kısalır samanyolu.
Azrail bir adım daha yaklaşır idamlıklara.
Susam tarlalarında yanık güneş tadı. Sonbahar
sürer tahta kızağını kış aylarından daha yukarı.
Atlılar iner kıyıya, yüzünde kar tuzu çobanlar,
gözlerinde yayla çiçeklerinin köklendiği dağ keçileri sonra.
Kızamığı sır gibi saklar köylü kızları: İkicanlı ve anaç
tavuskuşları gibi büyür göğüsleri bitlerini kırarlarken.
Yapkılarla örülen urgan: Yıldızlar, ayaz ve rüzgâr:
Kuş seslerini andırır yıldızların uzak kımıltıları.
Gemilerden sahillere yıkılan silah, kağnılara yüklenen
asker kaputları, fotinler, tabanca susturucuları.
(Tüm pencereleri açarım: Dökülür içeri cam kırıkları
kızıl alazlara bulanarak gecenin tâ derinliklerinden.)
Atılmış bir çapa. Yakamozlar. Nedensiz bir gelgit.
Ay ulur geceleri hep, saldırır kapalı kapılara
lâcivert gece taşıyamaz çiftçi gövdemi benim.
Sarı tüylerinin arasında başını gizlemeye çalışan bir it
gibi, Ölüm: Kuyruğunu dikip iner ıssız ovalara.